Günümüz Bolivya’ sının sınırları dahilinde bulunan kadim Tiahuanaco şehri, La Paz’ dan 90 Km. uzakta, deniz seviyesinden 4.000 metre yüksekteki Titicaea gölü kıyısındadır. Bölgeye, yeni dünyanın Baalbek’i denir. Yerliler Tiahuanaco’ya ” Huinai Marca ” derler. Bunun anlamı ” Ebedi Şehir ” dir. Bu tarihi şehrin harabeleri halen geniş bir arazi parçası üzerinde dağınık haldedir. Surları, mezarlıkları, sarayları, mabetleri, muhteşem piramitleri ve düzgün yollarıyla eski muhteşem varlığının izlerini hâlâ taşımaktadır.
Bir çok Amerikan bilimadamı, insan medeniyetinin beşiğini bu bölgeye yerleştirme eğilimindedir. Bazıları Tiahuanako’yu, Platon ve Critias’ ın anlattığı Atlantik medeniyetinin başşehri sayarlar.Harabelerde yapılan arkeolojik araştırmalar, bilginleri çelişkilere ve çıkmazlara sürüklemiştir.
Şehir, sanki devler tarafından inşa edilmiştir. Tonlarca ağırlıktaki yekpare taşlardan inşa edilmiş evler dikkat çekmektedir. Meselâ böyle bir evin kapı blokunun yüksekliği 460 cm., boyu ise 345 cm. dir. Derinliği 95 cm. ölçülmüştür.Kapı ve pencere boşlukları, yekpare granit parçaları içinden oyularak açılmıştır. Ortalama bir kapı bloğunun ağırlığı 60 tondur. 100 ilâ 200 ton gelenleri vardır. Çevrede bulunan iri dikili taşların en büyüğü 324 X 300 X 80 boyutlarında ve 170 ton ağırlıktadır. Peru’Iu arkeolog Daniel Ruze 1952’de buralarda yaptığı araştırmalarda, stilize edilmiş halde Sekonder devrine ait hayvanlardan Stegosaur’ ların resimlerini gördüğünden bahseder. (Revue de la societe d’Etnographie de Paris: 1956-1959) Bu,gerçekten hayret uyandıracak bir gözlemdir. Çünkü Sekonder devrinde yaşamış bu hayvanlar bizi yüz milyon sene öncesine götürmektedir. Gene Tiahua- naco harabelerinde rastlanan stilize edilmiş resimlerden, öncekine oranla daha yeni sayılabilecek kırk milyon yıl yaşındaki Todoxon’ları da unutmamalıyız. Todoxon’lar tertier-olicozen çağında yaşamışlardır. Ayrıca, aynı harabelerde bu hayvanın bir iskeleti de bulunmuştur. Alman arkeoloğu Kiss, 1930 yılında 40 tonluk bir dikilitaşı incelerken, bunun bir takvim taşı olduğunu tesbit etmiştir. Taş üzerine işlenmiş bir takvim deyip geçmeyelim, zira bu eski eser, bizim bu gün kullanmakta olduğumuz takvimlerden daha mükemmeldir.
Bugün kullanmakta olduğumuz takvimde, yılın solstisleri, ekinoksları gösterilmemiştir. Yılımız, rastgele bir gün olan 1 Ocak’ tan başlar. Bu düzen belki bir bakıma pratiktir, fakat hiç de bilimsel değildir.Oysa Tiahuanaco takvimi bilimseldir. Yıl, bu eski takvime göre belirli bir yerde, yani güneşin gök ekvatorunun güneyinden kuzeyine çıktığı sırada başlar, ki 21 Mart civarında bir zaman belirtir.
Bu takvim, yılı, solstisler ve ekinokslarla dört bölüme ayırmış, gerçek mevsimleri belirlemiştir. Her mevsim bölümü üç kısma ayrılmış, bu suretle yılın 12 ayı ortaya çıkmıştır. On iki ay için ayrılan her bölümde, ayların başlangıcı saat halinde belirtilmiştir.
Yan yana duran üç takvim taşında, üç ayrı takvim hesabı gösterilmektedir. Birinci takvim, Kutsal yıl hesabıdır. Bunda bir yıl 260 gün olarak hesaplanmıştır. İkinci taşta Güneş yılı takvimi işlenmiştir ve yıl 365.2422 gün olarak hesaplanmıştır.
Üçüncü taştaki takvim ise Venüs yılını göstermektedir. Burada bir yıl 225 gün olarak gösterilmiştir.Bu hesapları, çağdaş bilim seviyemiz ancak uzun çalışmalarla yapabilmektedir. Ekinokslar ilk kez, milâttan 125 yıl önce Hipparchus tarafından hesaplanmıştır diye bilinir. Oysa işte… Tiahuanacolu bilginler bu hesapları kimbilir kaç bin yıl önce yapmışlardı.Bu durumda birçok cevapsız soruyla başbaşa kalıyoruz. Yapılan Karbon 14 analizleri 170.000 yıllık bir tarih göstermektedir.
Bilginlerin aklına gelen başka bir soru da, bu yerleşme bölgesinin dikkat çeken yüksekliğidir. 4.000 metre yükseklikte kurulmuş bir kent… 4.000 metre yükseklikte, oksijen basıncı deniz seviyesindeki basıncın ancak yarısı kadardır. Normal bir insanın bu yükseklikte rahat yaşaması mümkün olamaz. Bu basınç ve oksijen azlığı şartlarına uygun bir insan bünyesi, normal şartlardaki insandan farklı olmalıdır. Titicaca gölü çevresinde yaşayan birinin, deniz- seviyesinde yaşayan insandan iki litre daha fazla kana ve üç milyon kadar daha fazla alyuvara ihtiyacı olacaktır.
Aklımızı kurcalayan başka bir mesele de yollardır. İspanyol istilacı ve soyguncuları Peru’ya geldiklerinde çekim ve koşum hayvanlarına rastlamamışlardı. Yerliler at’ı tanımıyor, araba kullanmıyorlardı. Ama harabe şekline dönmüş olan antik şehirler, düzgün yollarla birbirine bağlıydı! Taşıt aracı olmadığına göre, bu yollar ne işe yarıyordu ?
Harabeler arasında dev heykellere de rastlanmıştı. Bunlardan bazıları yekpare taştan yontulmuş, sekiz metre yükseklikte sanat eserleriydi. La Paa müzesinde bulunan böyle bir heykelin ağırlığı 20 tondur. Bu heykellerdeki insan tipleri uzun kulaklıdır (tıpkı Buda gibi). Dört parmaklı elleri dizlerine dayanmıştır. Yüz hatları ince, asildir.
Güneş Kapısı :
Güneş Kapısı, Tiahuanaco harabelerinde bulunmuş olan kalıntılar içinde belki de en ilginç olanıdır. Kent harabelerine bu kapıdan geçilerek girilir. Taştan yapılmış olan bu girişin üzerinde kabartma resimler ve petroglifler vardır. Arkeoloji ve tarih bilginleri bu resim ve yazılarla uzun zaman ilgilenmiş, fakat gizledikleri esrarı tam anlamı ile çözememişlerdir.
Daha sonraları, Madrid’de bazı kilise arşivlerinde ve Vatikan kütüphanelerinde saklı bulunan bir takım belgeler ele geçmiştir. Bunlar arasında özellikle Garcülaso ve Vega’nın eseri ve Gonzales de la Rosa tarafından kaleme alınmış olan 1625 tarihli incelemeler bulunmuş ve aydınlatıcı etkileri olmuştur. Bu iki önemli belge, ancak 1909 yılında bilginlerin eline geçmiştir.
Kaynak : Ara Avedisyan- Evrende En Büyük Sır .