Uygurlar ağırlıklı olarak budisttiler. Doğu Tukyularından daha üstün bir medeniyetleri vardı.
Onuncu yüzyılda, Uygurların oturdukları Kara Balgasum şehrinde 50’den fazla Buda tapınağı vardı. Uygurların memleketlerinde yapılan kazılar kültür seviyelerini göstermektedir.
19. yüzyıl sonlarına doğru, Turfan, Hotan, vb. eski Türk şehirleri dolaylarında elyazmaları ve sırlı çömlekler gibi, eski eserlerin, bu arada da Kaşgar Rus konsolosunun koleksiyonunun satılması, birkaç arkeologun dikkatini çekti.
Grünwedel tarafından başlanıp, Von Le Coq tarafından devam edilen kazılar büyük sanat değeri olan bir takım eserleri meydana çıkardı. Yer altında, Buda tapınakları harabeleri, hayran olunacak tazelikte fresklerle süslü duvarlar, sanatçı hüneri ile işlenmiş vazolar, yazmalar ve minyatürler keşfedildi.
Bütün bu eserler Berlin Müzesi’ ne taşındı, ve burada ” Turfan Salonu ” adı verilen bir salona yerleştirilip sıralandı ve düzenlendi.
Normal büyüklükten biraz daha büyük ve kırmızı zemin üstüne renkli olarak yapılmış figürler ince bir sanat zevki ile işlenmiştir, Budizm ile Maniheizmle ilgili dini sahneleri tasvir etmektedir.
Eller, ayaklar ve elbiselerin kıvrımları harikulade bir şekilde işlenmiştir. Bu freskler 6. yüzyıla kadar çıkar, ama, Buda figürleri daha sonraki bir devre (9. yüzyıla) aittir.
Turfan’da keşfedilen şeyler arasında taştan heykeller ve pişmiş topraktan figürler bulunmuştur.
Paul Pelliot idaresindeki bir Fransız bilim heyeti tarafından eski Uygur şehirlerinde yapılan daha başka kazılar bir takım tapınakları ve farklı bazı eşyaları meydana çıkarmıştır.
Bunların hepsi, Paris’teki Guimet ve Louvre müzelerinde bulunmaktadır.
Uygurlar madenlere sahiptiler, büyük bir sanat değeri olan silâhlar ve kap kacaklar yaparlardı. Leningrad ve Stokholm müzelerinde bulunan örneklerde, bugüne kadar yaşayan Türk süsleme motiflerinin kaynağını buluyoruz.
Duvarlar üstüne alçı ile yapılmış süsler, ağaç üstüne işlenmiş eserler, bu halkın, aynı yüzyıldaki Batı halklarının sanat zevkinden daha yüksek bir sanat zevkine sahip olduğunu göstermektedir.
Uygurların, Soğd alfabesinden alınma, 14 harfli, Göktürklerin alfabesinden farklı bir alfabeleri vardı. Orta Asya Türklerinin çoğu, Orhon alfabesinden sonra, Uygur yazısını benimsemişlerdi.
Arap alfabesinin kabulünden sonra bile, bu yazı bir süre daha kullanılmıştır. Turfan’da bulunan elyazmaları Buda tapınaklarının kitaplıklarından gelmiş, bunların çoğunda din ya da felsefe meseleleri incelenmişti.
Bu kitaplar arasında, Hintlilerin ünlü Mahabharata kitabından çevrilmiş metinler de keşfedilmiştir.
Çinliler gibi, Uygurlar da kitap basmasını bilirlerdi. Uygurların memleketi büyük bir kültür merkeziydi; Türk sanatı öteki bölgelere buradan yayıldı. Bu sanat Bulgar Türkleri tarafından Avrupa’ ya götürüldü.
Macaristan’ daki Nagy Szent Mikloch’ ta bulunup, Atilla hazinesine ait diye gösterilen sanat eşyaları, buraların Macar istilasına uğraması üzerine, Bulgar Türkleri tarafından bırakılmış eşyalardan başka bir şey değildir.
Bu eşyalar, madenden ve altından yapılmış sürahilerden, ibriklerden, tepsilerden ibarettir. Bu eşyaların üzerinde Orhon harfleriyle yazılmış yazıtlar vardır.
Viyana Üniversitesi eski profesörlerinden Heinrich Glück bu eserlerle Orta Asya Türk sanatı eserleri arasında karakter birliği görmektedir. Osmanlıların, Macaristan’ da bulunan ibriklere biçim bakımından benzeyen ibrikler yaptıklarını görüyoruz. Topkapı müzesinde Osmanlı devrine ait bu biçimde ibrikler vardır.
Uygur sanatı, Sasani (İran) sanatı ile Çin sanatı arasında aracılık etmiştir.
Kaynak : Türk Sanatı- Prof. Celal Esad Arseven.