Kısaca hikayesine bakıldığında Erzsebet Bathory’nin güzelliğine fazlasıyla düşkün ve son derece acımasız bir kadın olduğu görülür. Hizmetkarlarını gaddar yöntemlerle cezalandıran Kontes, bir zaman sonra kimilerini öldürmeye başlamıştır. Bathory’nin, kendisiyle ilgili kuşkuların ortaya çıkması üzerine zan altında kaldığı 1610 yılına dek yaklaşık 650 kişiyi öldürdüğü söylenir. Yıllar sonra ortaya çıkan belgeler Bathory’nin yaptıklarını detaylı olarak göstermektedir. Ne var ki yazarlar Bathory davasındaki ifadelerin ve tutanakların halktan saklandığını ve bunların Kontes’in vampirliğine ilişkin ifadeler içerdiğini varsaymıştır. Erzsebet Bathory’nin kanla gençlik ilişkisini kurmasına ve kanla banyo yaparak genç kalacağını düşünmesine dair hikayesi, Michael Wagener’in aktardığına göre şöyledir:
Erzsebet eşinin hoşuna gitmek için iyi giyinme alışkanlığındadır. Bir gün oda hizmetçisi saçında bir yanlışlık görünce bunu fark etmenin karşılığı olarak kulağına sert bir yumruk yedi ki burnundan kan fışkırdı ve hanımının yüzüne sıçradı. Yüzünü yıkadığında, gözüne cildi daha güzel, daha beyaz ve kan damlalarının olduğu noktalar daha saydam görünen Erzsebet böylece yüzünü ve tüm vücudunu insan kanıyla yıkama düşüncesini oluşturmuştur. 1611’de suçlu bulunan Erzsebet Bathory, penceresi olmayan bir odada ömür boyu hapse mahkum edilmiştir. Üç yıl sonra bu odada ölmüştür.
Yaşantısı ve olasılıkla hakkında öngörülenler, varsayılanlar Erzsebet Bathory’nin edebi yapıtlara, sinema filmlerine esin kaynağı olmasına yol açmıştır. Bu nedenle hem bu yapıtları değerlendirebilmek için hem de her olay, olgu, yaşantının koşulları bilinmeksizin anlaşılamayacağından Bathory’ ye biraz daha dikkatli bakmak gerekmektedir. Erzsebet Bathory sıklıkla “Countess Dracula” (Kontes Drakula) ya da “Blood Countess” (Kanlı Kontes) denilerek tanımlanmıştır.
Bugün bile esin kaynağı olmaya devam etmesinde ve araştırmalarda kendine muhakkak yer ayrılmasına neden olan olaylara bakarken bunların gerçekleştiği tarihin ve ortamın göz önünde bulundurulması, Erzsebet Bathory’nin karakterinin oluşumunu anlamamızı sağlamaktan uzaksa da hangi ortamda ve nasıl bir güce dayanarak cinayetleri işlediğini anlamamız için ışık tutabilir.
Bathory ailesi Transilvanya’nın en eski ailelerindendir. Ailenin soyu, bir ejderha öldürmüş olan efsanevi ve kudretli savaşçı Vid Bathory’e dek gider. Bob Curran’a göre,Vid Bathory’nin ejderha öldürme söylencesi, daha sonra İngiltere’nin koruyucu azizi Aziz George’a dönüşmüş olan ve kendisinin de ejderha öldürdüğü söylenen Romalı Hristiyan şövalye İorgi için gerekli motifi oluşturmuş olmalıdır. Ancak ejderha öldürme, çok daha eski bir motiftir ve pek çok kültürde gerek mitolojide gerek süreç içinde değişerek de olsa yaşamaya devam eden ritüellerde bulunmaktadır.
Benzer büyük ailelerin üyeleri aralarında ensestvari evlilikler gerçekleştirmişlerdir. Annesi Anna Bathory, Polonya kralı Stephen’in kardeşidir, babası ülkeler yönetmektedir. Bununla birlikte, yakın akraba evliliğinden olan çocuklar, geçmiş yıllarda Bathory ailesiyle ilgili delilik ve canavarca doğum dedikodularına yol açmıştır. Annesi dindar bir Kalvinisttir ve olağanüstü güçlü bir karakterdir. Babası George çalışkan, Habsburg’da çeşitli yönetimsel görevleri elinde tutan bir adamdır. En azından bir ağabeyi ve iz bırakmadan tarihten silinmiş olan, kendisinden daha genç iki kız kardeşi vardır, Klara ve Sofia. Erzsebet Bathory işte bu yapıdaki bir ailede 1560 yılında Transilvanya’da doğmuştur.
1571 yılında Erzsebet 11 yaşındayken inanılmaz derecede varlıklı ve Macaristan’da zamanın gözde bekarı gözüyle bakılan 15 yaşındaki Kont Ferenc (Francis) Nadasdy’yle sözlenir. O dönemde bu tür nişanlar, sözler istisnai değildir ve romantik niyetlerden ziyade politik sebeplerle yapılmaktadır. Bu tanınmış aile ismini edinmek için Francis kendininkini Bathory olarak değiştirmiştir. Evlenip onun Slovak Cumhuriyeti’ndeki şatosuna taşınıncaya kadar Transilvanya’da yaşamıştır. Francis ve Erzsebet evlenmek için dört yıl bekledikten sonra 8 Mayıs 1575’te evlenmişler ve Erzsebet Bathory şatosundan, kayınvalidesi korkutucu Lady Ursula Nadasdy’nin himayesine gönderilmiştir.
Erzsebet’in Lady Nadasdy’nin sarayında bulunduğu sırada veba ve salgınlar Doğu Avrupa’yı kırıp geçirmektedir, Macaristan’ın köylerindeki fakirleri ve gariban kimseleri öldürerek. Hastalık ve felaket dalgaları herkesi kuşatılmış halde içeriye kapatarak Savarin’deki şatonun duvarlarına dayanmıştır. Erzsebet bu koşullarda kendini katı ve baskın kayınvalidesinin giderek sıkılaşan kontrolünde bulmuştur. İşte bu sıralarda, efsaneye göre, kendisini verdiğini söylediği “kara yabancı”, belki bir orman demonu tarafından ziyaret edilmiştir.Aslında pekala cinsel açıdan gelişigüzel davrandığı varsayımlarına yol açan şekilde ortaya çıkan bilgi, bir ya da daha fazla uşakla ilişkisi olduğudur.
Kayınvalidesi ölünce Erzsebet uzaktaki Csejthe Casde’de eşine katılır. Bu sırada, Müslüman Osmanlılar ilerlemekte ve Hıristiyan güçleri onların yayılmasını durdurmaya çalışmaktadır. Kont Francis şimdi Macar ordusunda askerdir, savaşta “Macaristan’ın Kara Kahramanı” olarak tanınmaya başlayarak sivrilmiştir. Zamanının çoğunda eşini yalnız bırakmış, Osmanlı akınlarına karşı savaştığından uzakta bulunmuştur. İşte bu zamanda Erzsebet çeşitli eğilimlerin etkisi altına girmiştir: Csejthe’deki hizmetliler çoğunlukla yerlilerdendir ve yerel bilgi ve efsanelere iyice batmış durumdadırlar. Bölge batıl inançlıdır ve yüzyıllar öncesine dayanan eski söylenceler ve alışkanlıklarla doludur. Lezbiyenliğin Erzsebet’i cezbetmiş olması olasıdır, bununla birlikte tüm Macaristan’da bu konuda ünlü bir halası vardır ve bunlar da Csejthe’deki bazı olaylarda önemli rol oynamış görünmektedir.
Erzsebet, çevresinde çok sayıda kız olan halası Klara’yı sıklıkla ziyarete gitmiştir. Anna Darvulia adlı yaşlı bir hizmetçi, civarda cadı olarak görülmektedir, Dorottya Szentes isimli bir hizmetçiyle birlikte Erzsebet’in adının kötülük ve sapkınlıkta dillere destan olmasına neden olan korkunç işlerde büyük payı vardır. Darvulia’nın Erzsebet’in hizmetine girmesinden sonra şiddetin dozunun arttığı ve müphem olayların olduğu dava sorgulamalarından bilinmektedir. Bunlara Janos Ujvary de eklenmelidir. Bu uygulamalar, cinsel unsurlar içeren kara büyücülüktür.
Ferenc’in yokluğunda eşinin çalışanlarına uyguladığı sadizmden haberder olup olmadığı bilinmemektedir. Sorgulaması sırasında Janos Ujvary kendisinin otuz yedi kızı öldürdüğünü itiraf etmiş ve buna Ferenc yaşarken de işkence yapıldığını; ama o zaman kızların öldürülmediğini bildirmiş, Kont’un bu durumu bildiğini ve önemsemediğini söylemiştir.
1604 yılında Kont Ferenc ölmüştür ve artık Erzsebet’in zalimliğinin asıl zamanıdır. Csejthe’nin hanımının bölgede karşı konması zor, korkutucu bir gücü vardır. Kocasının ölümünden sonra akrabalarının koruması altındadır, özellikle kendisine ek statüler veren Macaristan Kralı Matyas’ın.Yine de sürdüğü ahlaksız yaşam onu fiziksel olarak kötü etkilemeye başlamıştır. Yaşlanmaya, kırışıkları oluşmaya başlamıştır artık. Bu noktada efsane sözü ele alır:
Popüler bir hikayeye göre hizmetçilerinden bir genç kız Kontes’in saçını tararken yanlışlıkla çeker. Buna hiddetlenen Erzsebet kızın yüzüne kanatacak şiddette bir yumruk atar. Daha sonra baktığında kan damlalarının olduğu yerde cildin daha genç ve taze göründüğünü hayal eder. Bunu cadı Darvula’yla görüşür ve kırsal bölgede bakire kanının, bazı tiksindirici ritlerle birlikte gençlik verici özelliği olduğuna inanıldığını öğrenir.
Bu Erzsebet’i kanlı ve canice bir yola sokar. Eşlikçileriyle birlikte civar köylerden genç kızları işe almaya başlar, görünüşte Csethje’de hizmetçi olarak çalışacaklardır; ama gerçekte şato duvarları arkasında öldürülmektedirler. Genç görünümünü kısmen de olsa geri kazanacağı inancıyla Kontes her gün kanlarında banyo yapacaktır. Erzsebet’in yenileyen, sağlık veren ilaç olarak kanı gerçekten içtiğine dair raporlar vardır. Öldürülen kızların çoğu Macaristan’ın Slovak nüfusundan ve toplumun alt sınıf olarak görülen kesimindendir. Bir süre yetkililer kızların ortadan kaybolmalarından ötürü endişe etmemiştir. Resmi hikaye, hastalık kapıp öldükleridir.
Yıllarca, kabaca 1601 -1611 arasında, Erzsebet cezalandırılmayacağından emin olarak ve hiçbir resmi soruşturma olmadan sayısız hizmetçi kızı öldürmüştür. Bölgedeki pek çok insan şatoda neler olduğunu bilmekte ya da şüphe duymaktadır; ama kimse yüksek sesle söylemeye cesaret edememiştir. Bir kez Lutherci bir papaz ona karşı konuşmuş, Csethje’de yamyam şölenleri ve kan içilen orjileri de içeren büyük ve korkunç bir şeytaniliğin süregittiğini iddia etmiştir ve başta kimse kulak asmamış, duymazdan gelmişse de bazı kişiler sözlerine kulak vermeye başlamıştır. Bir efsaneye göre Erzsebet’in öldüreceği kızlardan biri kaçmayı başarmış ve çevreyi haberdar etmiştir; ancak bu pek olası değildir. Muhtemel olan, Erzsebet’i kuşatan dedikoduların, araştırmaktan başka seçeneği olmayan Macar kralı Matyas Corvenus’un kulağına gidinceye dek artmaya devam etmiş olmasıdır.
Kralın, Kont György Thurzo’yla birlikte 1611 ‘de Csejthe’ye girdiğinde buldukları kanıtlar üzerine 1611 ‘de bir dizi mahkeme düzenlenmiştir. Sonucunda, hizmetliler Anna Darvulia, Dorottya Szentes ve Janos Ujvary büyücülük ve cinayetten suçlu bulunarak idam edilmiştir. Erzsebet, soyluluğundan ötürü herhangi bir şekilde suçlu bulunmamış, Macar kralının lütfuyla Csejthe’de kalması emredilmiştir. Taş ustaları getirilerek Erzsebet Bathory en büyük zalimliklerini gerçekleştirdiği yerde, duvarlar içine hapsedilmiştir. Odada sadece yiyecek verilmesi için küçük bir delik bırakılmıştır. Şatonun bu bölümünün tüm pencereleri tuğla örülerek kapatılmış, böylece Erzsebet karanlıkta tek başına bırakılmıştır. 31 Haziran 1614’te, denilene göre elli dört yaşındadır, Estergom piskoposluğundan iki rahibe vasiyetini dikte etmiştir. Bundan kısa süre sonra gardiyanlarından ikisi yemek verilen delikten ona bakmaya karar verdiklerinde, söylendiğine göre hala tüm Macaristan’ın en güzel kadınıdır, yerde yüzükoyun yatan bedenini görmüşlerdir, Kontes ölmüştür.
Erzsebet Bathory ile ilgili raporlar yüz yıl boyunca mühürlü kalmıştır ve tüm Macaristan’da adının anılması yasaktır. “Csejthe” kelimesi Macar dilinde bir küfür, sövgü kelimesi olmuş, ülke sınırları içindeki Slovaklar Kontes’ten dolaylı olarak “Macar fahişesi” diyerek söz etmişlerdir.
Biraz daha detaylı bakıldığında, yakınındakilerin cezalandırılarak vatandaşlarda adaletin işlediği duygusu uyandırılmaya ve böylece bir soylu olan Erzsebet için György Thurzo’nun, ailesiyle yaptığı görüşmelere sadık kalmaya çalıştığı görülmektedir. Bu görüşmelerde Erzsebet’in oğlu Paul’un olan bitenden uzak tutulması, Macar Kralı 2. Matyas’ın hemen bilgilendirilmemesi gibi kararlara varılmıştır.
2 Ocak 1611 ‘de tutuklamadan iki-üç gün sonra Kont Thurzo, kendi sözü geçen bir yer olan Bytca’da ilk davanın görülmesini sağlamıştır, bu davada 17 kişi ifade vermiştir. Erzsebet’in suç ortağı olan dört kişiye aynı 11 soru sorulmuştur. Elbette Avrupa’da genel bir uygulama olan işkence bu davada da sanıklara sorgulama öncesinde uygulanmıştır. Ficzko lakaplı Janos Ujvary 37 genç kızın öldürüldüğünü, Helena Jo 51 ya da daha fazla, Dorottya Szentes 36 hizmetçi kızın öldürüldüğünü, Katharina Beneczky bu sayının 50 civarında olduğunu söylemiştir. 7 Ocak 1611 ‘de aynı yerde düzenlenen ikinci davada 650 kızın öldürüldüğü iddia edilmiştir. Şahitlerden Zusanna sadece kendisinin Kontes’in yanında çalıştığı dört yılda 80’den fazla kızın öldürüldüğünü söylemiştir. Bu süreç boyunca kendisi mahkemeye çıkmamış olan Erzsebet, suçsuz olduğunu iddia etmiştir.
Mahkeme sonunda Helena Jo ve Dorottya Szentes’in el parmaklarının cellat tarafından kızgın kerpetenle koparılmasına, bundan sonra canlı canlı yakılmalarına, Ficzko’nun önce başının kesilmesine ve sonra diğerleriyle birlikte cesedinin yakılmasına karar vermiş, bu kararı 16 yargıç onaylamıştır. Ardından 24 Ocak 1611 ‘de Erzsi Majorova suçlu bulunarak idam edilmiştir.
Bu noktada bir ek açıklamaya ihtiyaç vardır, arka planda işleyen süreçlerle olayların gidişatını etkileyen bazı durumları … Bathory ailesi çok güçlü bir ailedir ve hemen yazışmalara başlamışlardır. Macar kralı 2. Matyas ise ilk iki davada olanlardan ötürü son derece kızgındır ve Erzsebet Bathory’nin bizzat hazır bulunacağı yeni bir mahkeme düzenlenmesini istemektedir. Cinayet, heretik olmak, cadılık gibi suçlamalardan aklanamadığı takdirde geniş Bathory arazilerine ve mülklerine yasal olarak el konulabilecektir ve kendisinin Erzsebet Bathory’ e olan borcu geçersiz olacaktır. 2. Matyas’ın, Erzsebet’in eşi Ferenc’e çok büyük miktarda, 17.408 gulden borcu vardır, ödememektedir ve her seferinde Erzsebet’e verdiği tek yanıt biraz daha beklemesi gerektiği olmuştur. Bununla birlikte Paul, Erzsebet’in oğlu, György Thurzo’ya (Lord Palatine, Erzsebet’in yaşadığı bölgenin kraliyet temsilcisi) bunu engellemesi için yazmıştır ve belki de bundan sonraki gelişmelerde belirleyici olabilecek bazı bilgiler de vermiştir: Kral böyle bir mahkemeden bir yarar elde edemeyecektir; çünkü Erzsebet tutuklanmadan çok önceden mülklerini, arazilerini, şatolarını ve köylerini miras olarak kime bırakacağını belirlemiştir. Protestan ve Katolik ayrımcılığı olarak görülebilmesiyle de ekonomik sonuçları olacağından, kralın üzerinde ayrıca baskı oluşmuştur. Mahkemede genç kızlara yapılan işkenceler, öldürülmeleri yer aldıysa da Erzsebet’in gençleşmek amacıyla bu kızların kanıyla yıkandığı, vampirce eylemleri, kan banyolarından söz edilmemiştir. Kaldı ki kanıtlanamayacak bilgilerdir bunlar.
Erzsebet, kent kilisesinin altındaki mezarlığa gömüldüğünde kent sakinleri böyle birinin kendi kiliselerinin kutsal topraklarında gömülü olmasına tepki vermiş ve bunun üzerine ailesi Macaristan’ın kuzeydoğusundaki Ecsed kentinde bulunan aile yerine defnedilmesini sağlamıştır. Lanetli, huzursuz, yaşamında büyük kötülükler yapmış, intihar etmiş kişilerin ruhları için düşünülen olasılıkların Erzsebet için de düşünülmüş olduğu anlaşılmaktadır.
Bram Stoker’ın Dracula romanındaki Kont için esinlenilen tarihi kişiliğin Vlad Tepeş’ten ziyade Erzsebet Bathory olması muhtemeldir.Vlad Tepeş acımasız bir adamdır, yanı sıra köylüye toprak paylaşımı yapılmasını sağlayan, toprak reformu taraftarı, Osmanlı İmparatorluğu’na karşı Avrupa’nın doğu ucundaki savunma noktasının koruyucusu, Haçlı çağrılarına ilk yanıt veren bir “halk kahramanıdır”.Vlad Dracula’nın canavarca olarak tanımlanan hareketleri, acımasızlığı olarak görülen uygulamalarıysa o zamanın genel-geçer yöntemleridir, zafer çığlığı, göz korkutma, cezalandırma amacıyla hemen her yerde görülen uygulamalardır. Kan içmesi, hortlaması gibi konular ise söz konusu değildir. Kanın gençleştirici olduğu fikrine kapılan, Erzsebet’tir. Bu sanıyla şatosunda genç kızlar tutan, onlara işkence eden ve kanlarıyla banyo yapan … Hemen hatırlanacaktır romanda Dracula’nın Harker’ın onu Transilvanya’daki yaşlı, beyaz saçlı, ellerinin içinde tüyler olan Kont’tan Londra’daki genç ve cazip adama dönüştüğünü gördüğünde uğradığı şok. Şatosundaki genç kadınların varlığı ve yanında çalışan uğursuz görünüşlü kişiler de Erzsebet’in şatosundakiler gibidir. Pek çok kişi, davası sırasında gücünden ötürü karşılarına almaktan çekindikleri Erzsebet’ e, kendisine ihanet etmediklerini, sadık kaldıklarını belirtmiştir. Elbette Erzsebet Bathory, roman kahramanına uyarlanan kişiliktir denemez. Ancak çizilen portrede esinlenilen çok belirgin ortak özellikler vardır. Bu denli etkileyici bir yaşam öyküsü, sinema filmlerine konu edilmiştir tabii ki. Esinlenilmiş, isminden yararlanılmış, hayatı anlatılmıştır. Entellektüel, soylu, güçlü ve istediğini yapmakta hırslı bir kadın, buna eşcinsellik, kan tutkusu, cinayetler de eklenince, konu edilmek için etkileyici, tükenmez bir kaynak oluşturmuştur sinema için.
Kaynak : Gülay Er Pasin- Vampirin Kültür Tarihi.