
“Tüm fiillerimizin sonuçlarından kendimizin sorumlu olduğu anlamına gelen Karma kavramının kendisi de ‘nedensellikdoktrini’ne ve ‘ödüllendirici ya da cezalandırıcı adalet yasası’na dayanmaktadır. Geçmiş bir yaşamdaki eylemlerimiz şimdiki mevcudiyetimizi belirlemiştir; şimdiki tavrımız bir sonraki enkarnasyonumuzu belirleyecektir.Yeryüzü, eğitildiğimiz okuldur ve fizik yaşamın bize öğreteceği tüm dersleri öğrenene kadar da ödüllerimizi ya da cezalarımızı yaşamak üzere bu yeryüzü okuluna tekrar tekrar dönmek zorundayız.”
Benjamin Walker
Beyand the Body, London, Routledge & Kegan Paul, 1974.
Karma’nın tradisyonel ve doktrinel anlamını bir gözden geçirelim:Karma kelimesi Sanskrit kökenli olup, “fiil” ya da “yapmak” anlamına gelir. Biz düşündükçe ya da faal oldukça bu düşünceden ve fiilden belirli sonuçlar ortaya çıkar. Böylece, karma, nedensellik yasasıdır.
Her bir dürtü, çevremizin ya da başkalarının yaşamları üzerinde etki yaratmak suretiyle ya da doğal ve kozmik yasanın işlemesine yol açabileceği için belirli sonuçlar oluşturacaktır. Bunun, herhangi bir doğaüstü ya da keyfi yanı yoktur. Doğal yasa karma’dır. Havaya fırlatılan bir taş gravitasyon tarafından etkilenir ve sonuç, taşın yere düşmesidir. Kaba bir söz, bir sebeptir. Bu sözün yöneltildiği kişinin üzerinde yaratılan etki ve aynı şekilde, kişinin buna gösterdiği tepki, karma’dır. Birine gösterilen iyilik ve onun bu iyiliği yapana verdiği karşılık, karma’nın bir diğer örneğidir. Şunu tekrarlamalıyız ki, sebep-sonuç bağıntısı şeklinde tezahür eden karma her zaman olumsuz değildir. Hayırlı da olabilir ve çoğunlukla da böyledir.
Karma, insanların düşünceleri ile fiillerini dengeleyen spiritüel ve dünyevi faaliyet biçimini temsil eden Telâfi Yasası’dır. Bu dengeleme, doğanın aşina olduğumuz şu sürecine benzetilebilir: “Kişi, ne ekerse onu biçer.” Bu yasa, milyonlarca insanın yaşamında yeterli bir şekilde kendisini göstermiş olup, mistisizmin her samimi izleyicisinin birçok deneyimleri sayesinde açıkça ortaya konmuş çok kesin bir prensiptir. Yaşamdaki nasibimizi teşkil eden şartları kendi üzerimizde kendimiz husule getiririz.
Karma, değişmez bir yasadır ve şimdiki devrenin yanısıra çok ilerdeki yaşamlarda dageçerli olacaktır. Gelecek yaşamlarda razı olmaya mecbur kalacağımız şartlardan çoğunu kendi kendimize yaratırız. Yaşamda meydana gelen her şey belirli bir sebebe bağlıdır ve her sebebin de kesin bir sonucu vardır. Bir gün, bir şekilde, adil bir telâfi yoluna gidilmeksizin ya da hareketimiz için adil bir karşılık almaksızın bir diğer insana ya da bir hayvana bile bir iyilik yapamayız ya da zarar veremeyiz.
Yaşamımız süresince olayları dikkatlice gözlemleyip analiz ettiğimiz zaman, birçoğumuz şunu öğreniriz ki, kafamızda barındırdığımız ve ifade ettiğimiz düşünceler, fiillerimizin arkasındaki niyetler ve fiillerimizin kendileri sayesinde gelecekteki olayları ve şartları kendi kendimize yaratmaktayız. Şunu da öğrenmişizdir ki, ya yasa bizi böyle yapmaya zorlamadan önce ya da yasayı uygulamanın zorunluluğu üzerimize çöktüğü zaman, telâfi yoluna gitmekten başka, Karma Yasası’ndan kaçınmanın hiçbir yolu yoktur.
Hiçbir kötülük ya da iyilik, hiçbir haksız ya da haklı düşünce ya da fiil, acımasız ya da merhametli hareket yoktur ki, karmik (karmaya ait) kayıtlardan kaçmış olsun ya da telâfi edilmeden bırakılsın. Fiillerimizin kaçınılmaz sonuçlarının yerini bulması aylar ya da yıllar alabilir, fakat yasanın çalışması kesin ve muhakkaktır.
Beşeriyet, insanların toplumsal ve ahlâki davranışları için keyfî olarak yaptığı yasalarla, kişilere fiillerini telâfi ettirmeye çalışabilir. Ancak, bu tür bir telâfi, hiçbir zaman, Karma Yasası’nın kaçınılmaz işleyişinde olduğu kadar adil, merhametli, kesin ve etkili değildir. Bu, Karma Yasası’nın, Tanrı tarafından yaratılan İlâhi bir prensip ya da yasa olduğu ve O’nun İlâhi merhamet, adalet, bağışlama ve sevgi prensiplerine aykırı düşmediği anlamına gelir.
Telâfi Yasası, beşeriyetin kendi yasalarında talep ettiği şekilde göze göz isteyen katı-mekanik bir anlayışla işlemez. Bu tür bir işleyiş hiçbir zaman tümüyle haklı, merhametli ve hepsinden de öteye, kişi ve toplum için yapıcı ya da yararlı olamaz. Karma Yasası, doğal olarak, kişi ve toplum için yapıcı ve yararlı olmaya çalışır.
Ne tuhaftır ki, muhtemelen, gerçek yasa’nın yanlış yorumundan ve anlayış yetersizliğinden dolayı mistik felsefelerin birçok dikkatsiz okuyucusu ve izleyicisi tüm ıstırapların karmik olduğuna inanırlar. Bu inanç, kuşkusuz, şu şekilde belirtilen mantık hatasına dayandırılmıştır: “Tüm hatalar insana ıstırap getirir; böylece, tüm ıstıraplar da hatalardan doğar.”
Eğer Telâfi Yasası, İlâhi kökenli Evrensel bir yasa olmasından dolayı adil, merhametli ve yapıcı ise, kötü fiillerin karşılığında dengeleme talep etmesinin yanısıra iyi fiillerin de karşılığını vermelidir. Yasanın işleyişindeki bu hakkaniyet sağduyumuza hitap eder etmez, Telâfi Yasası’nın sadece hatalarımızı cezalandırmaktan ibaret olduğu fikrinin yersizliği de hemen ortaya çıkacaktır.
Karma kelimesinin Telâfi Yasası’nı adlandırmak üzere seçilmesi bir şanssızlıktır. Doğu felsefesinin birçok izleyicisi ile Doğulu zihinlerin birçoğu için bu kelime sadece, ıstırap ya da yaşamın sınavları ve sıkıntıları anlamına gelir. Bu iyi bir deyim değildir. Çünkü, hayırlı fiillerimizin ödüllendirilmemesi hâlinde, insanlar, asil bir yaşam sürdürmeye, başkalarına iyilik yapmaya, uygarlığın yapıcı gelişimine serbestçe katkıda bulunmaya eğilimli olmayacaklardır. Eğer insan sadece, yaptığı kötülük için cezalandırılsaydı, ne kötü faaliyetlerinden vazgeçerdi ne de kötülüğün yerine iyilik yapma dürtüsünü duyardı.
Bizlerin, toplumsal ve ahlâkî davranışlarımızla ilgili olarak yaptığımız keyfi yasalarımızın çoğu, kötü fiillerimiz için cezalandırma biçimleri ortaya koyar. Fakat, uygarlık tarihini gözden geçirmekle, kötü fiiller için cezalandırma tehdidinin ne işlenen suçu ne de kötülük yapmaya eğilimli olanların yaptıkları kötülüğün miktarını azaltmamış olduğunu inandırıcı bir şekilde kanıtlamış olacağız.
Yapılan iyilik için övmeyi ve karşılığını vermeyi kurulu düzenimizden tümüyle kaldıracak olursak, kısa bir süre sonra, kötülük yapmayı cezalandıran herhangi bir kozmik ya da insan yapısı yasanın mevcudiyetine rağmen, dünyada, iyilikten daha fazla kötülük buluruz. Sadece Telâfi Yasası’nın işlemesi, kişinin iyilik yapmaya çabalaması için yeterli bir sebep olacaktır. Hayırlı fiillerimiz, düşüncelerimiz ve niyetlerimiz de muhakkak, kötü fiillerimiz ile niyetlerimizin bir ıstırap, cezalandırma, feragat ya da ıslah biçimini davet etmeleri gibi, kendi bereketli ödüllerine yol açmış olurlar. Bu da bize şu hususu benimsetir ki, insanlara karşı adaletsiz, haksız ve şefkatsiz davranmamız hâlinde, öğrenmemiz gereken dersin ya da prensibin, düzeltmenin en etkili ve yapıcı olacağı şartlar altında ve biçimde dikkatimize sunulması kaçınılmaz olur.
Tüm ıstırabın, hastalıkların, üzüntülerin ve adına kötü talih denilen şeyin herhangi bir hayırsız ya da kötü fiilimizin ya da niyetimizin karmik sonucu olduklarını ve tüm rahmetlerin, ödüllerin, sevincin ve adına iyi talih denilen şeyin de iyi, hayırlı fiilerimiz ile yapıcı düşüncelerimizin karmik sonucu olduklarını düşünmek anlamsızdır.
Başımıza gelen talihsizliklerin, ne bu yaşamda ne de önceki herhangi bir yaşamda, bizler tarafından bilerek ya da bilmeyerek yapılmış ya da ifade edilmiş herhangi bir kötü ya da hatalı fiille ve düşünceyle ilgisi olmayan birçok sebepleri vardır. Kuşkusuz, bugün yaşamdaki nasibimizin, çoğunlukla, önceki yıllarda ya da yaşamlarda ne yapıp ne yapmadığımızın sonucu olduğu doğrudur ama, öte yandan da yaşam, her gün, beklenmeyen olaylarla ve görünürde hak edilmemiş ödüller ve fırsatlarla dolup taşar. Her geçen gün, dün ile ya da yaşamımızın geçmiş herhangi bir yılı ile, ya da önceki herhangi bir yaşama ait herhangi bir fiilimiz ya da düşüncemiz ile yakından uzaktan hiçbir ilgisi olmayan sebeplere bağlı bulunan, kendine özgü sınavlarını ve dertlerini getirir.
Örneğin, Tanrı ve Kozmik Yasalar, Tanrı’nın Düzeni’ne uygun olarak, insanlara, yaşam misyonlarını ya da başkalarına yardımı sürdürmelerini mümkün kılacak belirli ödüller ve beklenmeyenavantajlar ihsan etmek hakkına ve ayrıcalığına sahiptir. Bu avantajlar, bunları geçmişlerine ait belirli herhangi bir fiil ya da düşünce sayesinde kazanmamış ya da hak etmemiş olan kişilere işte bu yoldan gelebilir.
Tezahür etmiş olan sonuçların muhakkak ki belirli bir sebebi vardır, fakat bu sebebin sadece karmik mahiyette olması gerekmez. Kişinin bu rahmetleri ve fırsatları nasıl değerlendirdiği, gelecekteki karmik faaliyetin nedeni olabilir. Ancak, bunlar, her zaman için belirli bir karmik faaliyetin sonucu değillerdir. Aynı durum, yaşamlarımıza giren şanssız olaylar için de geçerlidir.
Kuşkusuz, Tanrı çoğunlukla bizi denemek ya da kendimizi denememiz için bize bir fırsat vermek ya da bir aktarıcı olarak genel düzene katkıda bulunmamız amacıyla rahmetler ve ödüller bahşeder ya da sınavlar ve sıkıntılar çektirir. Birçok kişinin yaşamına, Karma Yasası’nın faaliyeti olmaksızın, ıstıraplar, sınavlar ve sıkıntılar sayesinde çok hayır gelmiştir. Deneyimlediğimiz, hem iyi hem kötü, hem mutlu hem de mutsuz şeyler sayesindedir ki, karakter ve kişiliğimiz gelişir.
Yaşamın tüm deneyimlerini doğrudan geçmiş fiillerden gelen bir sonuç olarak görmek, tüm yaşamı tamamıyla mekanik bir temel üzerine oturtmak olacaktır ki, bu da Tanrı’nın müdahalesi ya da Tanrı’nın hakları ile ayrıcalıklarının kendiliğinden ifade bulması için hiçbir imkân bırakmayacaktır: Evrensel düzeni, ileriye dönük hiçbir görünümü, geleceği içeren hiçbir mütalâası, evrimsel hiçbir faktörü ve ilâhi hiçbir inayet ve sevgi öğesi bulunmayan ve zeki olmayan bir etki-tepki sistemine indirgeyecektir.
Şu kaçınılmaz soru akla gelecektir: “Bir kişininiçinde bulunduğu iyi ya da kötü durumun karma sonucu mu yoksa doğrudan gelen İlâhi hüküm sonucu mu olduğunu nasıl bilebiliriz?” Şunu da eklemeliyiz ki, şimdiki yaşamımızda açıklanamayan herhangi bir olayın meydana gelişinin sebebi, bu olaydan öğrenilmesi gereken dersin şuuruna varmamız kadar önemli değildir.
Eğer bir ödüllendirme ya da yararlı bir durum ile karşı karşıyaysak, bu rahmeti meydana getiren sebep ne olursa olsun, artık görevimiz, diğerkâmca, severek ve yapıcı bir şekilde bu hayırdan yararlanmaktır. Eğer bir hastalıkla ya da aleyhimizde bir durumla karşı karşı- yaysak, muhtemel bir sebep için geçmişi aramak yerine, böylesine bir durumun ihtiva edebileceği dersi öğrenmeye çabalamalı ve şartların üstesinden gelmek ve şartlara hakim olabilmek için elimizden geleni yapmalıyız. Böyle yapmakla karakterimizi güçlendirir, bilgeliğimizi arttırır ve yaşamımızı öylesine yaşamaya azmederiz ki, bir daha karmik faaliyet sonucu benzeri bir deneyimi hak etmeyiz ve böylece de gelecekteki bu tür bir beklenmedik olayı karşılamak için hazırlıklı oluruz.
Bu yöntem sayesinde de tüm deneyimlerimizi kendimizin ve genel olarak insanlığın yararına hayra dönüştürmekle, Evrensel Kozmik Yasa ile uyumlu bir hale geliriz.Karma’ya karşı gelebilir miyiz? Bu soruya şöyle bir yanıt verebiliriz: Karma’ya karşı gelemeyiz. Ancak, karma, keyfî yani sabit ve kaderci olmadığı için, karmanın dengelenmemesi ya da diğer sebepler dolayısıyla biraz değiştirilmemesi için hiçbir sebep yoktur.
Örneğin, eğer kişi, önceki davranışlarının sonucu olan kötü karma’nın idrakindeyse, nede karma’yı dengeleyici bir davranış biçimini benimsemesin? Kişi, daha sonra kozmik prensiplere uygun olarak hayırsever ve diğerkâmca bir yaşam yaşamak istediği takdirde, bunu gerçekleştirebilir. Böylece, ahlâkî anlamda hatalı olan önceki bazı fiillerinin sonuçlarını hafifletebilecek bir dizi hayırlı sonucu oluşturabilir. Eğer bu mümkün olmasaydı, o zaman, kişinin yaşamını geliştirmeye çabalaması için hiçbir sebep bulunmayacaktı.
Ancak, bu da, davranışımızdan dolayı bir dizi sebep oluşturulduğunda, sadece pişman olmak ya da yeni niyetler edinmekle önceki fiillerin ya da düşüncelerin sonuçlarını durduracağımız anlamına gelmez. Bir benzetme yapmak gerekirse, kişi, günlük gıdasını alırken sağlıklı karar vermeyi bir kenara bırakmış ve ağır yemeklerle midesini doldurmuş olsun. Sonuç olarak, sindirim bozukluğu çeker. Sonradan, yeme alışkanlıklarında değişiklik yapmak kararı kendisini sıkıntıdan kurtarmayacaktır. Aslında, dengeleyici sebepler tesis etmelidir. Sıkı bir perhiz yapması ve kendi kendisine verdiği zararı tashih edici çeşitli yolları ve vasıtaları araması gerekir.
Günlük yaşamımızda, yapmamız gerektiği şekilde, sürekli olarak karma’yı dengelemekte ve biraz değiştirmekteyiz. İşimizde, sağlığımız açısından ya da aile yaşamımızda karşılaştığımız talihsizliklerden bir ders alırız. Eğer zekiysek, önceki sonuçları dengelemek üzere yeni bir hareket tarzına intibak ederiz. Daha başka bir benzetme ile diyebiliriz ki, ciddî bir diş ağrısı çektiğimizde, bu, karma’dır. Diş rahatsızlıklarını önlemek için gerekli olan doğal sağlık yasalarını bir şekilde ihlâl etmişizdir. Belki de bu, erken yaşlarda ebeveynlerimizin ihmâlinden gelen bir şeydir. Tedavi için dişçiye gittiğimizde, tedavi yöntemi sayesinde yeni bir dizi hayırlı sebep oluşturarak, karmik bir sebebi dengelemekteyiz.
Böylece, kendimizi belirli doğal yasalara aşina kılmak ve yaşama daha uyumlu bir şekilde intibak etmek suretiyle de karma prensibine hizmet etmiş oluruz.Istıraba sebep olan irsî bir hastalık taşıyarak dünyaya gelen talihsiz kişi, daha o zamandan belirli dersleri öğrenmiş olur. Hastalıkların ya da sakatlıkların acısını deneyimlemiştir. Bu da onu alçak gönüllü ve şefkatli yapmalıdır. Istırabını hafifletmek ve karması’nı azaltmak için, şifa verici tıbbî ya da başka türlü tedavi yöntemlerine başvurabilir. Böyle bir tedavinin o kişinin üzerinde uygulandığı ve kişinin de henüz, başkalarının ıstırabı karşısında acıma duygusu duymadığını varsayalım.
Dersini öğrenmeden, fizikî olarak ıstırabından kurtulmuştur. Karma prensibi böyle bir durumda alt edilmiş olur mu? Hayır. Böyle bir mağrur davranış sadece, en sonunda o kişinin, toplumun âdetleriyle ahlâk sistemini ihlâl etmesine sebep olur ki, bu da başka bir yoldan kendisine zararlı sonuçlar getirecektir.
Kaynak: Karma, Sebep Sonuç Yasası- BAM.