Atinalı erkeklerce yazılan birçok kaynak, Atinalı kadınların tamamının evlerinde inzivaya çekildiklerini ileri sürer, fakat bunun gerçekleri tam olarak yansıttığı söylenemez. Komedyalarda, kadınlar evin dışında (ve böylece erotik maceralar için hazır) tasvir edilir, fakat örneğin, su getirmek için dışarıya çıkmak zorunda olan kadınlarla, üst sınıftan olup da aynı işler için kölelerini kullanan, fakat yine de, özellikle evin dışındaki kadınlarla farklı ilişkilerden hoşlanan kadınlar arasında bir ayrım yapmak gerekir. (Bir kadının ten rengi farklılığının göstergesiydi. Çiftliklerde işleri paylaşan kadınlar, çalışmak için evden çıkmak ve kendileri için su getirmek zorunda kalan kadınların alt sınıftan oldukları, güneş yanığı tenlerinden anlaşılırdı.)
Kadın Ve Evlilik :
Bir kadının hayatındaki en önemli geçiş anı evliliktir. Bu deneyim, çok genç yaşta, ergenlikten hemen sonra alınıp kendinden muhtemelen 10 ila 15 yaş büyük bir erkekle, yabancı bir evde yaşamaya başlamasından ibaretti. Sophokles’ in oyunlarından bir parça bu deneyimi şöyle anlatır: ” Bana soracak olursanız, çocuk saflıkları her zaman güven ve mutluluk içinde korunduğu için, evlenmemiş kızlar babalarının evinde ölümlülerin tadabileceği en tatlı yıllarını geçirirler. Fakat ergenliğe eriştiğimizde,ailelerimizden ve atalara ait tanrılarımızdan zorla alınıp çok uzaklara satıldığımızı anlarız. Bazılarımız ilk defa gördüğümüz erkeklerin evlerine, bazılarımız yabancı erkeklere, bazılarımız neşesiz evlere ve bazılarımız da düşmanlığa gideriz. Ve ilk geceyle kocalarımızın boyunduruğu altına girdiğimiz zaman, övgüye ve her şeyin güzel olduğunu söylemeye zorlanırız. “
Kadınlar hakkında hemen hemen söylenmiş her şey gibi bu örnek de bir erkek tarafından yazılmış olsa da, kadınların evlendikten sonra, erkeklerden farklı olarak bir çeşit sürgün hayatı yaşadıklarına işaret ediyor.Solon erkeklere, kuvvetlerinin zirvesini geçtikleri ve haklı olarak daha çok ailelerinin geleceklerini düşünmeleri gereken bir zamanda, 28 ila 35 yaşları arasında evlenmelerini tavsiye etmişti. Kızlar 10-15 yaş daha genç olabilirlerdi. Bu ayrım belki de bilerek, evlenme yaşı gelmiş, deneyimli ve sosyal yaşama alışmış erkeklerin, bir kaynağa göre, ” mümkün olduğunca az şey görmüş, mümkün olduğunca az şey duymuş ve mümkün olduğunca az şey öğrenmiş kadınları sıkı bir biçimde denetlemelerini ” sağlamak için düşünülmüştü. Hamileliğin genç kadınlarda daha güvenli olduğuna dair bazı tıbbi teoriler de vardı (tam tersine erkek spermi yaşlandıkça daha etkili olurdu) ve cinsel ilişki ergenlik çağındaki kızların duygusal karmaşaları için en iyi çözümdü.
Geleneksel birçok toplumda olduğu gibi, aşk, eş seçiminde çok az rol oynardı. Evlenecek çiftler genellikle, birbirini tanıyan ve nispeten küçük bir topluluk içindeki ailelerden seçilirdi. Gelinin ailesi çeyiz hazırlamak zorundaydı; bu çeyizin tamamen damadın kontrolüne geçmesiyle, anlaşma resmileştirilmiş olurdu. Malın ailede kalmasını sağlamak diğer bir önemli konuydu. Genelde mal sadece erkekler yoluyla geçerdi, fakat erkek kardeşi olmayan bir kadına, malıyla (kleros) birlikte gelin gittiği için epikleros denen farklı bir konum atfedilirdi. Eğer kız en yakın erkek akrabalarının biriyle evlenebilirse, aile de kıza miras kalan malı kaybetmemiş olurdu. (Amca her zaman öncelikliydi). Kadın evli olsa bile, çocuksuz olduğu sürece mirasın ailede kalmasını sağlamak üzere yeni bir evlilik yapabilirdi.
Yunan hayatının kaçınılmaz değişimiyle birlikte, evlilik de bazı törensel unsurlar kazandı. Gelin resmi bir şekilde damat ve en yakın arkadaşı tarafından at arabasıyla alınıp damadın evine götürülmeden önce yıkanırdı. Gelin, damadın annesi tarafından karşılanır, yeni evine gelişiyle ilgili bazı formaliteler yerine getirilir ve ardından çift gerdek için odalarına çekilirdi. Erkek çocuk doğurmak kadının yeni evindeki değerini artırırdı. Atina’daki bir davada bir kıza talip olan erkeğin ” Çocuğumuz olduğunda ona güvenmeye başladım ve aramızda yakın bir bağ kurulduğuna inanarak her şeyimin yönetimini ona verdim.” dediği kaydedilmişti. Çocuksuz evlilikler dağılabilirdi; kocalarının davranışlarını utanç verici bulan kadınlar da boşanma hakkına sahiplerdi.
Yunanlılar hem aile birimini (ya da köleleri ve yakın akrabaları kapsayan aile birliğini), hem de bu topluluğun içinde yaşadığı evi tanımlamak için oikos kelimesini kullanmışlardır. Oikos, belki de en uygun olarak ” yuva ” sözcüğüyle karşılanabilir. Yunan ailelerinin eve ilişkin düzenleme biçimleri iyi belgelenmemiştir. Buna rağmen Kuzey Yunanistan’daki Olynthos’ta, 348 yılında Makedonya Kralı II. Philippos tarafından yıkılan evlerin temel yapıları ortaya çıkarılmıştır. Tipik olarak bütün evler dış dünyaya kapalıydı ve nispeten çok az pencereleri vardı. Erkeklere özel oda olan andron, giriş kapısının hemen yanında bulunurdu, böylece ziyaretçiler, kadınlara ayrılmış mahrem mekânlara girmeden ağırlanabilirlerdi. Daha geniş evlerde, sıcak günlerde kadınların dikiş dikip dokuma yapabilecekleri iç avlular vardı, ayrıca bu avluların bir bölümünde, yağ, şarap ve tahıl depolanırdı. Zengin evlerdeki konuk odalarının döşemeleri mozaiklerle kaplanmış olabilirdi, fakat genelde aşırıya kaçıldığına dair izlere pek rastlanmaz.
Demokratik Atina’da, gösteriş yapmak hem sosyal hem de siyasi açıdan kabul görmezdi. Helenistik dönemden önce, daha konforlu ve zengin olan kentsoylu evleri yaygınlaşmamıştı. Her Atinalı kadın evlenene kadar, ya kyrios denen bir erkek akrabasının ya da kocasının koruması altındaydı. Zorunlu olarak sahip olduğu giysileri ve takıları dışında, ‘kadının’ malı erkek korumanın gözetimindeydi ve kadın kendi yararına sadece en mütevazı işleri üstlenebilirdi. Bununla birlikte, Atinalıların sırf zayıf cins olduklan için kadınların korunması gerektiğine inandıkları söylenemez. Aslına bakılırsa tam tersi daha doğru görünüyor. Kadınların güçlü ve korkutucu duygulara sahip oldukları ve erkeklerin duygusal açıdan yıkıma uğramak korkusuyla kadınların bu güdülerini bastırmaları gerektiği ve bunun haklılığı iddia edilmiştir. Adli bir örnek konuyu daha iyi açıklar. Bir kadına vahşice tecavüz etmiş bir adama, bir kadını baştan çıkaran erkekten çok daha az ceza verilmiştir. Bunun nedeni, tecavüzden farklı olarak baştan çıkarmanın, kendi arzularının peşinden gidebilecek bir birey yaratmasından duyulan endişedir. Ayrıca, yabancı bir erkekten gebe kalacak kadının aile mirasını tehlikeye atacağı korkusu da vardı. Kadın, mirasın meşru yoldan gelecek kuşaklara aktarılmasını sağlayan tek araçtı.
Yunan erkeklerinin kadınlarla ilgili fantezileri ve korkuları dramalarda da açığa çıkar. Bu oyunlarda Yunanlıların kadınları güçlü duygulara sahip gördüklerinin en açık kanıtı, oyun yazarlarının insan davranışının sınırlarını keşfetmek için duyguları yönlendirmeleridir. Yunan tragedyası güçlü kadınlarla doludur. Belki de kültürel nedenlerden dolayı erkek karakterlere atfetmenin zor olduğu şehvet, meydan okuma ve intikam duyguları, Medeia, Phaidra, Antigone ve Elektra’da en yoğun biçimiyle görülebilir. Bununla birlikte, Euripides’ in Medeia ya yaptırdığı ünlü konuşmada olduğu gibi, oyun yazarları bazen kadınların durumlarını anlayabilecek empatiye sahip de olabiliyorlardı:
” Bütün yaşayan ve bir yargıda bulunabilecekler içinde biz kadınlar en zavallı yaratıklarız. Aşırı bir görgüsüzlükle isteniyor bizden, en başta bir koca satın almamız ve bedenlerimiz için bir efendi; hiç almamak çünkü, çok daha kötü. Ve şimdi soru ciddi, iyisini mi yoksa kötüsünü mü aldığımız; çünkü kolay bir kaçış yok kadın için, ne de hayır diyebilir evliliğe.Yeni davranış biçimleri ve tavırlarıyla varır, ve eğer evinde, yatağını paylaşacağı adamla nasıl baş edeceği öğretilmemişse, kehanet gücüne ihtiyaç duyacaktır. Ve eğer bizler bu işi dikkatlice ve özenle halledersek, kocamız bizimle yaşar ve kendi esaretine neşeyle katlanırsa, o vakit gıpta edilecek bir hayatımız olur. Aksi halde ölmeyi yeğlerim. Bir erkek, evindeki beraberlikten yorulduğunda, çeker gider ve can sıkıntısı biter ya arkadaşa ya da yaşıtı bir eşe döner.Ama bizler, tek bir adama bakmaya mecburuz. Bizim hakkımızda söyledikleri, onlar cephede savaşırlarken bizim güven içinde evimizde oturduğumuz. Ne kadar yanılıyorlar. Bir çocuk doğurmaktansa üç kez savaşın önünde dikilmeyi yeğlerdim. “
Kadınların cinsel isteklerinin güçlü olduğu kabul edilmiştir (erkekler tarafından). Aristophanes Lysistrata adlı oyununda, kadın karakterlerden birinin cinsel grev önerisi karşısında diğer kadınların şaşkınlıklarını betimler. Başka kaynaklarda, erkeklerin, kadının evden dışan çıkmasına izin verilirse, sonunda onun cinsel maceralara yöneleceğine inandıklarını ileri sürülür.
İhmal edilen kadınların durumlarından her zaman şikayetçi oldukları söylenemezdi. Tüm güçlüklere rağmen bazıları, kentin her yanını sarmış olan profesyonel kadın muhabbet tellallarından birinin yardımıyla, teselliyi başka yerlerde bulmayı başarıyorlardı; ama görünüşe bakılırsa daha çok, mastürbasyon ya da homoseksüellik gibi daha tehlikesiz yollara bavurmaktaydılar .Yunanlılara göre mastürbasyon ahlaksızlık değil, bir emniyet vanasıydı ve özellikle de Attika komedisinde bu konuya sayısız edebi gönderme bulunmaktadır. Küçük Asya kıyılarında zengin bir ticaret şehri olan Miletos, Yunanlıların olisbos, sonraki kuşaklarınsa daha kaba bir tanımlamayla “dildo” (yapay penis) adını verdikleri şeyin imalat ve ihracat merkeziydi. Yunan çağında taklit penis ya tahtadan ya da şişirilmiş deriden yapılır ve kullanılmadan önce zeytinyağına bulanması gerekirdi. İ.Ö. üçüncü yüzyıldan kalmış edebi yapıtlar arasında, Metro ve Koritto adlı iki genç kadın arasındaki bir diyalogun yer aldığı kısa bir oyun bulunmaktadır; oyun, Metro’ nun Koritto’ nun dildosunu ödünç almak istemesiyle başlar. Ne yazık ki Koritto dildoyu başkasına, o da yine başka bir arkadaşına ödünç vermiştir. Hayal kırıklığına uğrayan Metro nereden dildo alabileceğini sorar ve Koritto ona Kerdon adlı bir ayakkabı tamircisini tavsiye eder. Metro, “Aman aman! ” der; bu adda iki usta tanımaktadır, ama ” böyle bir işi ” ikisine de emanet etmek istemez. Ama Koritto’nun kendisininkinin güzel işçiliğinden duyduğu memnuniyet üzerine Metro ikna olur ve kendisi için de sipariş vermeye gider.
Dildo yalnızca tek başına tatmine ulaşmak amacıyla değil, Yunanlıların (bu tür kadınlardan eğer söz ederlerse) tibad adını verdikleri kadın eşcinseller tarafından da kullanılırdı. Atinalılar tribadlığın Sparta’ da Atina’ ya oranla daha yaygın olduğuna inanmaktaydılar ve Plutarkhos’un kaydettiğine göre, ” Sparta’ da aşka öylesine hürmet ediliyordu ki, en saygın kadınlar bile genç kızlara tutuluyorlardı.” Leukas (Lefke) adası da, kısmen, tribad pozisyonları hakkındaki ilk illüstrasyonlu kitabın Leukaslı bir kadın olan Philaenis tarafından yazılmış olduğu söylendiğinden, kuşku çeken bir yerdi. Ama asıl merkez Lesbos olarak görülüyordu – ” yakıcı Sappho’nun aşık olduğu ve şarkı söylediği ” Yunan adası. –
Sappho ve Lesbos diyalektinde yazılıp Helen ve Romalı kopyacılar ve yorumcular tarafından pek anlaşılamamış olan şiiri hakkında pek az şey bilinmektedir. Genç hanımlar için açılmış bir akademinin (kadınların eğitimi konusunda Lesbos’un Atina’dan daha gelişmiş olduğu tahmin edilmektedir ) seçkin müdürü ve çağdaşlarınca ” Onuncu Musa ” olarak anılacak denli önemli bir kadın şair olduğu söylenmekte. Şiirinden günümüze kalmış olan parçacıklar -çoğu şu ya da bu öğrencisine hitaben yazılmıştır- hiç de entelektüel olmayan bir tutkuyla titreşir. Çevrilmeleri neredeyse olanaksızdır. Manzum çevirilerde kötü bir Tennyson’a dönüşürler; düzyazıda da daha iyi değildirler. ” Dön, yalvarıyorum sana, süt beyazı tuniğini giyerek. Ah, güzel endamını nasıl yoğun bir ateş sarıyor. Baştan çıkarıcılığı karşısında her kadın titrer.”
Günümüzün kimi akademisyenleri Onuncu Musa’ nın aşkının ve şiirinin tamamen ruhani olduğuna inanmaktalar, ama eserlerinin tamamını okuyabilenler erotik karakterlerinden kuşku duymuyorlardı. Ne dediğini gayet iyi bilen Apuleius şiirlerden “kösnül” ve “sefih” olarak söz eder ve Ovidius da bu şiirleri kadın eşcinselliği konusunda eksiksiz bir kurs olarak tanımlar. Ama Sappho’ nun tribad olup olmaması bir yana, onun ve yaşadığı adanın adları zamanla özel bir anlama bürünmeye başladı ve çok geçmeden Yunanlılar, tribadlık sözcüğünü kullanmaktan vazgeçip, ” Lezbiyen aşk “tan söz eder oldular.
Heteiralar :
Solon kötü bir zamanlamayla, Atina’nın ilk genelevlerini İ.Ö. altıncı yüzyıl başlarında açıp doldurmuştu. Öncelikle, o dönemde ticaret fazla değildi, ama İ.Ö. dördüncü yüzyıla gelindiğinde artmaya başlamıştı. Kızlar artık işyerlerinin dışında kuyruğa giriyorlardı, ve ücretleri evin kalitesine ve istenen hizmetlere bağlı olarak bir obol ile bir stater arasında değişen bir para armağanını da içermekteydi. Genelev sahipleri devlete yıllık olarak vergi veriyorlardı.
Çağın en üst düzey kibar fahişeleri, güzel, yetenekli ve akıllı olmalarının yanı sıra, klasik edebiyat konusundaki bilgileri, çoğunlukla, kar – zarar hesabı bilgilerinden hiç de aşağı kalmayan hetaira’ lardı. Gerçek kibar fahişenin cazibesinin kaynağı asla tamamen fiziksel görüntüsü olmamıştır.Atinalı erkeklerin heaira’ larda sevdikleri şey, tam da erkeklerin kendi karılarının öğrenmelerini engelledikleri alanlardaki mükemmellikleriydi; bu durum, herhalde, eşlerini fazlasıyla incitiyordu. Hetaira’ların aksine, sofrada erkeklere katılıp, kültürel ve kamusal konularla ilgili, akıllıca konuşabilmelerini sağlayacak şeyleri öğrenmelerine izin verilmiyordu. Alt sınıflardan gelen heteira’ lar ise, aksine, neredeyse çocukluklarından itibaren toplumsal sanatlarda eğitilmişlerdi. Ve eşlerin büyük çoğunluğu aşk konusunda, işçi tatmininden çok imalatçının nihai ürünüyle, yani, oğullarla ilgilenen kocalarının öğrettiklerinden başka bir şey bilmiyorlardı. Rekabet etmeyi asla umamazlardı. Tarihin büyük bölümü boyunca kibar fahişeler eşlerden çok daha iyi zaman geçirmişlerdir. Hetaira’lar, erkekler dünyasında başarılı, kimi zaman son derece başarılı olmuş kadınlardı.
Hetaira’ların etkilerinin fazlasıyla arttığı dönemlerde Atinalılar siyasetteki kadınlar konusunda feryat etmeye başlarlardı, ama çoğu zaman eleştirileri temelde, para düşkünlüklerine yönelik olurdu.Hetaira’ lar , cazibelerinin kalıcı olmadığının ve hedeflenecek tek şeyin bankada para olduğunun gayet iyi farkındadır.
Parlak dönemlerinde bazıları hayır işlerine girişebilmelerini sağlayacak kadar para kazanabiliyorlardı. Atinalı Lamia, Korinthos yakınlarındaki Sikyon halkı için harap haldeki bir resim galerisini yeniden inşa ettirmişti ve sanatını Mısır’da icra eden bir Trakyalı olan Rhodopis’in de masraflarını kendi başına ödeyerek bir piramit inşa ettirdiği söylenmekteydi.
Asfaltlanmamış yollarda gayet iyi sonuç veren yeni bir baştan çıkarma tekniğini kullanan sokak fahişeleri de vardı. Bir sokak fahişesinin sandaleti yüzyılları aşarak günümüze ulaşmıştır. Ayakkabı tabanına ters olarak, ardından gelen kişinin okuyabileceği şekilde yola damgalanacak bir mesaj yazılıydı. Mesaj, elbette, şöyleydi: “Beni takip et.”
Ayrıca, Afrodit tapınağında, tanrıçaya (ve tanrıçaya tapınanlara) hizmete adanmış binden azla hetaira bulunduğu söylenmekteydi. Bu adakları yapanlar kızlar değil, tanrılarla takas yapmaya çalışan kişilerdi. ” Dindar atlet ” Korinthoslu Ksenophon Olympia’da koşuyu ve pentatlonu kazanması durumunda Afrodit’ e bir fahişe birliği adayacağına ant içmişti. O yarışı ve tanrıça da yüz yeni hizmetkar kazandılar.
Aşıkane rollerinin yanı sıra dini bir rolleri de bulunmaktaydı. Kserkses’ in gücü Yunanistan’ı tehdit eder hale geldiğinde ulusun dualarını ve kurbanlarını Korinthos’ un tapınak hetaira’ ları sundular. Başta hetaira’lar olmak üzere hiç kimse, bu kızkardeşliğin laik üyelerinin hayatta sermayelerinden azami karı elde etmekten başka bir misyonları olduğunu iddia etmezdi. Ama onlar aslında, öncülerdi – kayıtlı tarihte, erkeklerle bir uzlaşmaya varmış ilk kadınlar. Babil’in naditu rahibelerinin kabul görmelerinin nedeni, zihinsel nitelikleriydi; tüm ülkelerde fahişelerin kabul görmelerinin nedeniyse, bedenleri. Ama hetaira’ lar her ikisini de kullanıyor ve her ikisi için de takdir görüyorlardı.
Cariyeler :
Toplumsal merdivende hetaira’ ların altında, haklarında pek az şey bilinen cariyeler yer alıyordu. Klasik çağlara gelindiğinde, güzel oğlanların, akıllı hetaira’ların ve ucuz , istekli genelev kızlarının sert rekabetleri karşısında, ikinci eş olarak cariye alma alışkanlığı gerilemişti. Zaten cariyenin konumu hiç de talihli bir konum değildi; ne hetaira’nın bağımsızlığına sahipti, ne de, erkeğin eşinin sahip olduğu sözde yasal himayeye; efendisinin kendisinden sıkılması durumunda cariyeyi satmasını önleyecek hiçbir şey yoktu – isterse, bir geneleve de satabilirdi.
Din Ve Kadın :
Kadınların kendi hakkıyla katılabildiği, genellikle dinsel festivaller olan olaylar vardı. Yunan festivalleri içinde en yaygın kutlanan Thesmophoria’ya sadece kadınlar katılırdı. Üç gün süren Atina’daki ayinlerde, kadınlar erkeklerin göremeyecekleri bir mabede çekilirlerdi. Domuz yavruları kurban edilirdi. Bunun yanında ( çam kozalağı ya da hamurdan yapılmış ) fallusların toprağa atıldığı ve daha önceki yıllara ait kurbanlardan arta kalanların topraktan toplandığı ritüeller de vardı. Bayramdan belli bir süre önceden başlayarak katılımcılardan cinsel ilişkiden uzak durmaları istense de, bu ritüeller bereket kültünün bazı unsurlarını akla getiriyor. Ritüellere erkek müstehcenliğinin kötü ve zararlı yönlerinin açığa vurulduğu hikâyeler ile törenlerin huzurunu kaçırmaya yeltenen erkeklerin hadım edilmesiyle ilgili efsaneler eşlik ederdi.
‘Bayramın özünde,’ diye yazıyor Walter Burkert, ‘ailelerin çözülmesinden, cinslerin farklılıklarından ve kadın toplumunun yapısından kalıntılar vardır; yılda bir kez de olsa, kadınlar bu törenler aracılığıyla bağımsızlıklarını, sorumluluklarını, toplum ve devletin verimliliği için ne denli önemli olduklarını kanıtlamak istemişlerdir.’ Thesmophoria Bayramının, yılın kalan bölümünde kadınların maruz kaldığı baskıyı meşrulaştıran sosyal bir işleve sahip olduğu savunulabilir.
Spartalı kadınlar Atinalı kadınlara göre çok daha özgür bir yaşamın tadını çıkarıyorlardı (ya da dışardan bakınca öyle görünüyordu). Kocaları askeri eğitimle meşguldü ve çoğunlukla savaştıktan için dışandaydılar; bu durum kadınların gündelik hayatlarında daha fazla söz sahibi olmalarını sağlamış olabilir. Yine Spartalı kadınların kendi çeyizlerine sahip olmaları, aynı zamanda toprak sahibi olmalarına da olanak tanımış olabilir. (Aristoteles ülke topraklarının beşte ikisinin kadınlara ait olduğunu iddia etmiştir.) Fakat hiç kuşku yok ki, devletin gözünde kadının asli görevi erkek çocuk doğurmaktı. Bu görevi daha iyi yapabilmeleri için onlardan güçlü olmaları ve antrenman yapmaları beklenirdi. (Çıplak idman yaptıkları için diğer Yunanlılar onları ayıplarlardı.) Üç ya da daha fazla erkek çocuğu olan kadınlara özel ayrıcalıklar verilirdi.
Kaynaklar : Reah Tannahill, Tarihte Cinsellik / Charles Freeman, Mısır, Yunan ve Roma, Antik Akdeniz Uygarlıkları.